Hollanda niçin kupayı kazanamadı?

-
Aa
+
a
a
a

Emre Zeytinoğlu

 

Açık Radyo’da Ömer Madra şöyle söylüyordu: “1978 Dünya Kupası’nda Hollanda, Johan Cruyff Arjantin’e gitmeyi reddettiği için, belki de en çok kupaya yaklaştığı sırada, yine hüsrana uğradı”.

Ömer Madra’nın bu açıklaması, biz Türkler’e ne anlatır: Johan Cruyff’un bir vatan haini olduğunu...

Öyle ya; ulusal takımınız dünya şampiyonluğunun baş adayı ve siz o takımın bir as futbolcusu olarak (dahası, en iyi futbolcusu olarak), şampiyonaya katılmayı reddediyorsunuz. Bu davranış, daha işin başında sizin hain ilân edilmenize yeterli bir neden oluşturuyor; hele kupa kaybedildikten sonra, bu suçlama katlanarak büyüyor: Siz şımarık, kaprisli, kendi toplumunuzun insanlarını hiçe sayan ve ulusal değerlerinize saygı duymayan bir kişi sayılıyorsunuz.

Siz kim oluyorsunuz da, bu cesareti kendinizde buluyorsunuz? Milli forma karşısında siz bir hiçsiniz; onun büyüklüğü sizin gibi zavallıları hiç takmaz; o forma size muhtaç değildir; siz birgün unutulup gideceksiniz ama, ulusal forma sonsuza kadar yaşayacaktır.

Acaba Ömer Madra’nın konu ile ilgili şu açıklaması, Johan Cruyff’un yukarda sıralanan suçlardan “temize çıkmasını” sağlayabilir mi: “O, Arjantin’de bir darbe ile iktidara gelmiş olan cuntayı protesto ediyor ve böyle bir yönetim tarafından düzenlenen ve o yönetimin, kendisini dünyaya “hoş” göstermekten başka bir şey demek olmayan o Dünya Kupası’na katımayı reddediyordu”.

Bu açıklama, Cruyff’un davranışını kimi yerlerde anlamlı kılabilecekken; kimi yerlerde dikkate bile alınmayacaktır. Sanırım Türkiye, ikinci gruba giriyor; yani, koşullar ne olursa olsun, onurlarını yalnızca karşısındakini alt etmeğe bağlayanlar grubuna... Bir başka deyişle; kendilerini “ne pahasına olursa olsun kazanmak zorunda hissedenler” grubuna (dünya üçüncülüğünün Türkiye’ye “çağ atlattığı” gibi bir düşünceye saplanıldığı günleri henüz unutmadık)... Oysa onur, karşısındakini yeryüzünden silmekten öte yerlerde de bulunabilir. Örneğin Cruyff, ulusal takım ile Arjantin’e gitmeyi (ve kupa denen o teneke kabı kazanmayı) reddederken, birey olabilmenin gereklerini ortaya koyuyor ve buna karşın Hollanda devleti ile halkı da, onun bu kararını saygı ile karşılıyordu.

Bu noktada hiç kimse, “Cruyff orada olsaydı, Hollanda kupayı alabilir miydi?” diye bir soru ortaya atmasın. Böyle bir soru, Hollanda takımının kaderini değiştirmez. Zaten en başta Hollandalılar olmak üzere; herkes “kazanılamayan kupa” tartışmasını çoktan kapattı.

Ama bir şey var ki; hiçbir zaman kapanmayacak bir olayı, yıllar sonra daha da anlamlı hale getiriyor: Arjantin cuntası, 1978 Dünya Kupası’nı düzenlemeyi çok istiyordu. Bu organizasyon onların cinayetlerini, işkencelerini, üstü kapalı çıkar emellerini; ayrıca acizliklerini, aptallıklarını ve zavallılıklarını örtecekti. Tarihte 1978 diye bir yıl yaşanmışsa, bu, Arjantin’de zulümün ve haksızlığın değil, futbolun yılı olarak anılacaktı. Fakat bu hileyi bozan, tek başına Cruyff olmuştur. Çünkü o, kendi şöhretini öyle bir yerde kullandı ki; bugün hâlâ “onun bu kupaya katılmadığı” konuşuluyor ve o konu, gerekçeleri ile birlikte ele alındığında, cuntanın tüm foyaları bir kez daha ortalığa saçılıyor.

Sonuç olarak; ulusal forma (ve ona benzer kimi nesneler, galibiyetler, kupalar, parlak sloganlar vs.) tek başlarına ve kayıtsız şartsız bir onur kaynağı olamıyor. Takımlardan oluşmuş bir dünya yerine, bireylerden oluşmuş bir takım kurmanın; bir hainlik girişimi olmadığına inanmak gerekiyor.

[email protected] 

(1 Nisan 2004, Perşembe tarihinde, Gazetem.net’te yayınlanmıştır)